Biz “Tanrıdağı ” kadar Türk,
“Hiradağı" kadar Müslümanızl.. *
Serdengeçtiler kelimenin tam manasıyla milliyetçidir-
Millet, vatan, mukaddesat gibi, kimsenin itiraz edeme-
yeceği hassas, muteber kelimelerin arkasına sığınıp
oradan şahsî menfaatlerini müdafaa edenler, bir mem-
leket kadar genişleyen ihtiraslarını yurtseverlik şeklin-
de gösterip, milliyetçiliği, bu ulvî gayeyi büyük servet-
lere, yüksek menfaatlere erişmek için vasıta olarak kul-
lananlar vardır.
Biz temiz niyetli, vatan duygulu, memleket düşünceli
Türk gençleri, bu türlü bir milliyetçilikten nefret ediyo-
ruz! Bizim milliyetçiliğimiz hususî vagon, bol harcırah,
yüksek makam milliyetçiliği değildir. Hakk’a tapan, hal-
kı tutan, yalınkılıç bir milliyetçiliktir.
Şu üzerlerinden büyük menfaatlerin ağır silindiri geç-
miş, dümdüz olmuş, yol olmuş şahsiyetsizler, şu zamanın
kıymet ve kuvvetlerini alkışlayanlar, her ne pahasına
olursa olsun biraz daha, bir gün daha yaşamayı kendile-
rine değişmez düstur edinenler bizden değildirler.
* Bu cümleyi ilk defa ben kullandım... Sonradan bu cümle Mil-
liyetçi muhitlerde bir düstur hâline gelmi tir. Hatta bu isimle
dergiler dahi çıkmı tır. Bu yazı Serdengeçti’nin ilk sayısının ilk
makalesidir.
Millî bayram olarak kabul olunan günlerde meydan-
larda sözlerine “Çünkü biz...” ile başlayıp son nefeslerini
“... etrafında sımsıkıyız”la verenler, görünüş, gösteriş,
merasim milliyetçileri hâkeza bizden değildir. Biz bu va-
tanı ve bu milleti hangi zihniyetin, hangi imanm kurtar-
dığını biliyoruz. Onu millî ukalâlardan görenecek değiliz.
Yapılan bunca iğfallere, bunca menfi telkinlere, sapıtma
ve saptırma gayretlerine rağmen sapmadık, sapıtmadık,
ayaktayız; dipdiriyiz.. Vatanı uçsuz bucaksız topraklan,
hür gökleri, engin denizleriyle aşkla, heyecanla kucaklı-
yoruz. Altında yüzbinlerce şehidin yattığı bu topraklan,
üzerinde yaşayanlann kannlannı doyurduklan, semirip
yağlandıklan alelâde bir toprağa, bir çiftliğe tercüme et-
tirmeyiz. Milletimize, vatanımıza ta derinden, asırlar ve
nesiller arkasından gelen bir ruhla bağlıyız. Onu menfa-
atsiz, karşılıksız, mecnunlar gibi, karasevdalılar gibi sevi-
yoruz. Henüz yeniyiz, genciz.
Alnımız hiçbir fesat ocağında kararmamış, elimiz hiç-
bir harama uzanmamıştır. Üzerimize menfaat balçığın-
dan bir zerre çamur sıçramamıştır. Ruhumuzu, kalbimizi
bütün safiyet ve samimiyetimizle açıyoruz. Onunla ağla-
yıp onunla güleceğiz. Onunla yaşayıp onunla öleceğiz.
Nereden, ne zaman, nasıl gelirse gelsin. Her türlü kötü-
lükle amansız bir şekilde mücadele edeceğiz. Bu yolda
yardan değil, serden bile geçmeye hazırız. Ölmek var,
dönmek yok!
Allah’tan başka kimseden korkmuyoruz. Bizler mün-
kir değiliz. Biz Tanndağı kadar Türk, Hıradağı (Cebeli-
nûr) kadar Müslümanız.
Bütün gayemiz Küçük Asya insanının, o bilinmez, o
görünmez, bir avuç toprak kadar mütevazı, fakat o kadar
manalı ruhunu anlamak, “Bu topraklar için toprağa
düşenlerin” çocuklarını bu topraklar üzerinde mes’ut ve
bahtiyar görmektir.
*
İstanbul muhitinde yetişenler, suyun öte tarafından
gelenler kadîm Anadolu sekenesinin ruhunu bir türlü an-
layamadılar, anlamadılar, onunla oynadılar. Onun yüzsu-
yu hürmetine şanlar, şerefler kazandılar. Fakat ondan, o sessiz varlıktan daima ayn kaldılar. Kendi isteklerini mil-
lî istekler gibi gösterdiler. Milletle aralarındaki uçurumu
siyaset icabı nutuklarla, sözle, edebiyatla dodurmaya ça-
lıştılar. Köylü diliyle konuşmaya yeltendikleri, Türkçeci-
lik yaptıkları hâlde ne millet onları anladı; ne onlar mil-
leti... Çünkü bu adamlar milleti içten, gönülden aşkla sev-
mediler. Millî davalar diye ortaya atılan davalar milletle
zerre kadar alâkası olmayan kendi, şahsî davalarıydı. Bu,
milletin kadîm müesseselerinin yıkılması, mukaddesleri-
nin ayaklar altında çiğnenmesi, namuslu adamlarının
susturulmasına muvaffak oldu. Bu kıtaller, bu cinayetler,
hep inkılâp diye diye yapıldı. Bugün meçhul şehidin ke-
mikleri üzerinde yükselen soğuk beton binalar ve bu bi-
nalar içinde işlenen günahlar, zinalar Anadolu ruhunu
derinden derine şiddetle sarsıyor. Varlığından, dayandı-
ğı, inandığı, ezelî ve ebedî kıymetlerinden, kuvvetlerin-
den uzaklaştırılan millet, şimdi şerha şerha yaralıdır;
kaybettiği büyük imanını arıyor. Bizim en büyük gaye-
miz, milletimize imanını, haklarını iade etmek, mukad-
deslerini gasıplann elinden kurtarmaktır. Serdengeçti iş-
te bu gaye ile çıkıyor.
Soyuna, köküne, vatanına bağlı milliyetçi Türk gençli-
ğinin iç dalâlet ve ihanetlere olduğu kadar, dış tehlikele-
re karşı da manevî seferberliği tamdır. Herkes şunu bil-
sin ki dostlarımız kadar düşmanlarımızın da peşindeyiz.
Biz, bir zamanlar 3 kıt’a ve 7 denize hükmeden, güngör-
müş bir ırkın gözü tok çocuklarıyız.
Aç gözlüler, Anadolu’da hak iddiasına kalkışan profe-
sör bozuntuları eğilsinler tarihe bir daha baksınlar. Biz
Malazgirt’ten bu yana topraklar için kaç nesli birden har-
camışız.*
Biz yalnız memleketler değil, beldeler, kıt’alar, iklim-
ler terk ettik, çok geriledik, artık çekilmek yok!.. Elimiz-
de kalan bu topraklar, son parçamız, son damlamızdır.
Son nefer, son nefes ve son damla kanımıza kadar savaşa-
cağız. Yeryüzünde müstakil tek Türk milleti, tek Türk
* Gürcistanlı iki Rus profesörü, Gürcülerle Lâzlann aynı ırktan
olduklarını, binaenaleyh Karadeniz bölgesinin Rusya’ya ilhakı-
nı istemi tir.
devletiyiz. “Mete”den Millî Mücadele’de can veren son şe-
hide kadar büyük tarihin mesuliyetini omuzlarımızda
taşıyoruz.
“İstiklâlimize kastedecek düşmanlar dünyada görül-
memiş bir galibiyetin mümessili olabilirler”; “Düşman
kavi, talih zebun” olabilir; her şey olabilir. Olmayacak,
olamayacak bir şey var! Türk milleti esir olamaz, zebun
olamaz! Ya istiklâl, ya ölüm!.. Parolamız budur!..
Mart 1946 - Ankara,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder